1 Mart 2011 Salı

Allah'ın yarattığı kadere gönülden boyun eğmek...



Allah’ın herşeyi hayırla ve hikmetle yarattığının şuurunda olmayan insanlar, gün içerisinde hoşlarına gitmeyen bir olayla karşılaştıklarında kimi zaman umutsuz bir tavır sergileyebilirler. Başlarına gelen her olayın Allah katından bir deneme olduğunun farkında olmadıklarından huzursuz ve isyankar davranabilirler. Kimi zaman bu insanların, olayların neden istedikleri  yönde gitmediğine dair saatlerce düşündüklerini, sıkıntılarının daha da arttığını görürüz. 

Oysa, başımıza gelen herşey Allah’ın bilgisi  dahilinde, O'nun dilemesi ile gerçekleşir. Doğumumuzdan ölümümüze kadar her an, Rabbimiz katında belirlenmiştir. İnsanın tek yapması gereken, tam bir teslimiyetle, katıksız, gönülden boyun eğerek  sadece Allah’a teslim olmaktır. Her nerede olursak olalım, ne yaparsak yapalım herşey Allah’ın kontrolündedir. Bu gerçeğin farkında olabilmek  insana  rahatlık ve huzur verir. 

Müslüman yaptığı işlerin sonucunu belirleyecek olanın Rabbimiz olduğunu bildiğinden, hangi durum olursa olsun, sıkıntıya düşmez. Herhangi bir üzüntüye,umutsuzluğa yada korkuya  kapılmaz. Stres yaşayıp, endişeli bir ruh hali içerisine girmez. Aksilik gibi görünen bir durumla karşılaştığında bu onun için azaba dönüşmez. Kadere iman eder, Allah’a güvenir, ondan yardım ister.  Karşılaştığı olumsuz gibi görünen sorunları ancak Allah’ın yardımı ile çözebileceğini bilir. Her olayda mutlaka bir hayır olduğunu bildiğinden, hikmetlerini  görmeye başlar.

Güven ve teslimiyet imanın en önemli göstergelerinden biridir. Allah’a güvenen bir kişi, nefsinin kendisine verdiği kışkırtmalardan ve şeytanın oyunlarından da korunmuş olur.  Allah’a tam bir teslimiyet ile teslim olduğunda asla mahzun olmayacağını bilir. Yaşanılan tüm sıkıntıların nedeni Yüce Allah’ı gerektiği gibi, gücünü, kudretini takdir edememekten ileri gelir. Allah, iman eden kullarının dostu ve yardımcısıdır ve insanlar için Allah’tan daha büyük bir dost ve yardımcı yoktur. Rabbimiz bir ayette şöyle buyurur; 

De ki: “Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamız'dır. Ve müminler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler.” (Tevbe Suresi, 51)

Sibel Aydın 

24 Şubat 2011 Perşembe

Enaniyet hastalık gibidir...



İnsan bu dünyaya kendi iradesi dışında gelmiş  ve sahip olduğu fiziksel özellikleri kendi seçimiyle kendisine verilmemiştir. Gerçekte bize ait olmayan özellikleri kendimizden bilmek ve tüm iyi güzel özelliklerimizi düşünerek bunlarla büyüklenmek, kısacası kendimize ‘benlik’ vermek, farkında olmadan bizi enaniyete sürükler. Bu da, bizi tüm nimetleri veren Yüce Rabbimiz’e karşı gereği gibi takdir edemeyecek duruma düşürür. 




Allah bizleri yoktan var etmiştir, sahip olduğumuz herşeyi bize O verir ve dilediği anda, büyüklendiğimiz, enaniyetini yaptığımız herşeyi  alabilir. Tüm canlılar ölümlü yaratılmıştır, Allah ise baki olandır. Bunun şuurunda olan Müslüman, büyüklenmek, enaniyete kapılmak, kibirlenmek gibi küçük düşürücü, mantıksız bir tavra girmez. Acz içinde yaratıldığının, ölümlü olduğunun, hatalarının, eksikliklerinin farkında olur.

Yüce Rabbimiz dünya hayatında bir imtihan gereği olarak, farklı insanlara güç,zenginlik, güzellik, makam, zeka, kültür, itibar verebilir. Genelde insanlar, diğerlerinden farklı olarak, kendisinde bulunan bir özelliğinden dolayı bunların verildiğini, sahip olduğunu düşünür. Bu yüzden de, bu özelliklere sahip olmayan insanlara karşı değişik bir tutum ve tavır içerisine girebilir. Sahip olduklarıyla övünebilir, azgın bir tutum gösterebilir.

Böyle insanlarda büyüklük hissi, kendi bildiğinin doğru olduğunu düşünme ve uygulama anlayışı, kişiyi zamanla Kuran ahlakından uzaklaştırır. Çünkü enaniyet kişiyi gün geçtikçe daha kötü bir ahlaka sürükler. Enaniyetli insan sadece kendisine değer verir, bir tek kendisinin doğru olduğuna inanır. Kimsenin fikirlerinden düşüncelerinden istifade edebileceği, yanıldığı noktalar olabileceği gerçeğini düşünmez, başkalarını küçük görür.  

Kuran’da insanlara ibret olarak şeytanın durumu anlatılmıştır. Yüce Allah, Ademi yaratmış ve meleklerin tümüne ona secde etmelerini emretmiştir. Oysa şeytan Rabbimiz’e karşı gelmiş, enaniyetli tavrı nedeni ile, kendisini üstün görmüş ve Rabbimiz’in huzurundan kovulmuştur. Şeytanın büyüklenmeye meğilli olan insanlar üzerinde etkisi de çoktur. Yüce Allah’ın gücünü, kudretini tanımayan, sahip olduklarını kendisinde olan herhangi özel bir durumdan kendisine verildiğini zanneden insanlar, şeytanın adımlarına uyarlar. Bu insanlar, başkalarında olan iyi ve güzel yönleri göremediği gibi, kendisine verilen nimetlere de gerektiği şekilde şükredemez. 

Oysa insanların dünyada sahip olduğu zenginlikleri, güzelliği, gençliği, makamı, mevkiyi, kültürü, zekayı veren Allah’tır. Bunlara kendisinin sahip olduğunu düşünmek çok büyük bir gaflet halidir. Bu nedenle enaniyet, sakınılması, korunulması gereken çok önemli bir hatadır.  

Müminler, Allah’a karşı boyun eğici, saygılıdırlar, Allah’ın gücünün farkındadırlar. Sahip oldukları şeyleri, övünme, büyüklenme konusu edinmeyecek kadar üstündürler. Onlar tek üstünlüğün takva olduğunun bilinci ile hareket ederler. Dünya hayatına ait üstünlük gibi görülen herşeyin ölüm ile son bulduğunun, ölürken dünyevi hiçbirşeyi yanında götüremeyeceğinin şuuruna sahiptirler.  Her zaman Allah’ın hoşnut olacağı, beğeneceği bir tavır gösterme çabası içindedir. Rabbimiz bir ayette şöyle buyurmuştur ; 

"İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez." (Lokman Suresi-18 )

Sibel Aydın

17 Şubat 2011 Perşembe

Alaycılık ilkel bir tavırdır...


Bazı insanlar karşısındaki kişilerin yanlışlarının, eksikliklerinin, hatalarının ortaya çıkmasının kendilerine üstünlük sağlayacağına inanırlar. Bunun kendilerinde bulunan kusurları örteceği gibi yanlış bir mantığa sahip olurlar. Bu yüzden de insanların hatalı davranışlarını kollar, yanlış yaptığında ise bunu alaya alarak sözde kendilerine üstünlük sağlarlar. 

Oysa alaycılık birçok insanın farkında olmadığı çirkin bir ahlak özelliğidir. Bu kötü ahlak özelliğinin temelinde ise kişinin kendisini diğer insanlardan üstün görmesi ve aslında aşağılık kompleksi yatar. Bu tür insanların, başkalarındaki iyi ve güzel özelliklere tahammülü genelde yoktur. Diğer kişiler tarafından da bunun ortaya çıkarılmasından,başkalarının övülmesinden rahatsızlık duyar çünkü kendisinin en iyi olduğunu düşünür. Bundan dolayı da kişilerde gördüğü fiziksel özelliklerle yada hatalı davranışlarla alay etmeyi doğal karşılar, bir eğlence gibi görür. Alaycılık toplumumuzda yaygın görülen bir davranıştır. 

İnsanların farklı özelliklere sahip olması, maddi güç yada dünyaya ait herhangi bir nimet, insanları üstün kılan bir özellik değilir. Rabbimiz katında üstünlük ancak takva iledir. İnsanların birbirlerini küçümsemesi, iğneleyici sözler söylemeleri, birbirlerinin eksikliklerini, hatalarını ve kusurlarını araştırıp bunlarla alay etmeleri kişiyi üstün kılan değil aksine küçük düşüren davranışlardır.  Herkes alaycılığın kötü bir huy olduğundan bahsetse de, çoğu insan kendisinin de aynı hayata düştüğünün farkına varmaz. Alaycılık sadece direk sözle ifade edilen bir durumun dışında, bazen bir bakışla, ima yada kaş göz işaretleri ile yapıldığından insan bu çirkin tavrın kendisinde olduğunu düşünmez.

Yüce Allah Kuran’da alaycılığı yasaklamıştır. Bir ayette Rabbimiz şöyle buyurur; 

Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve birbirinizi 'olmadık-kötü lakablarla' çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar, zalim olanların ta kendileridir. (Hucurat Suresi, 11)

Müslüman bu kötü ahlak özelliğini kendisine yakıştırmaz. Alaycılık insanı basitleştiren, sıradan bir görünüme bürüyen, cahilce,ilkel  bir tavırdır. Müslüman karşısındaki karşısındaki insan her kim olursa olsun adaletle davranır, hatalarını gördüğünde onunla alay etmek yerine onun için dua eder. Müslüman hoşgörülü, sevgi dolu olur. Alaycılığı çağırıştıran herhangi bir bakıştan, tavırdan, imadan kaçınır. Nefsin her zaman kötülüğü emrettiğini bildiğinden, nefsine uymak yerine, karşısındaki kişide bir yanlış,hata gördüğünde bunu alay konusu edinmez. İnsanlarda görülen eksikliklerinde bir imtihan konusu olduğu bilen Müslüman, bunun Rabbimizin beğenmediği bir tavır olduğunun şuuru ile, güzel ahlakla hareket eder….

Sibel Aydın

15 Şubat 2011 Salı

Adalet vicdanlı olmayı gerektirir...


Dünyada adalet kavramının kimi zaman yer ve kişilere, olaylara göre farklılıklar gösterdiğini görürüz. Peki gerçek adalet nedir? Yüce Allah, bizlere indirdiği Kuran’da adaletin ne olduğunu açıkça bildirmiştir. Gerçek adalet, her kim olursa olsun zulme rıza göstermemeyi, insanlar arasında ayrım gözetmemeyi, zulm yapana karşı her zaman mazlumdan yana olmayı emretmiştir. 

İnsanlar bazen bir olayla ilgili karar vermesi gerektiğinde,  duygularına kapılarak kendi çıkarları yönünde yada nefsinin doğrultusunda hareket ederler. Kimi zaman etrafından göreceği tepkilerden, kimi zamanda doğruyu söylediğinde kendisine zarar gelebileceği düşüncesinden çekinir. Oysa adalet, şartlar ne olursa olsun olaylara tarafsız bakabilmeyi, doğruluk,dürüsütlük ve vicdandan yana olmayı gerektirir. 

Yüce Rabbimiz insanları farklı farklı yaratmıştır. Dünya üzerinde fiziksel özellikleri, dilleri, kökenleri hatta dinleri dahi farklı olan birçok insan yaşamaktadır.  Bu insanların bazılarının maddi imkanları daha fazla, bazılarının ise biraz daha azdır.  Farklılıkların ise bir hiçbir önemi yoktur aslında, Yüce Allah tüm nimetleri insanları dünya hayatında denemek için yaratmıştır. Önemli olan Allah katında üstünlük yani takvadır. Samimi iman eden,  Allah’a karşı derin bir sevgi duyan her insana adaletle davranılmaldır. Yüce Allah Kuran’da yetimlerin haklarını korumayı, onlara adaletle, güzellikle davranmayı da bize emretmiştir. Adaletle davranmayan, Allah’ın sınırları konusunda titizlik göstermeyenlerin uğrayacakları sonu bizlere bildirmiştir. 

Çoğu insan hayatı boyunca adil davrandığına inanır. İnsan başkalarındaki yanlışları kolayca görüp, teşhis edebilirken, kendisi söz konusu olduğunda bazen sorgulama yapamaz. Yada karşısında sevdiği bir insan olduğunda birçok konuda daha fazla tolerans gösterir, neden bu şekilde davrandığına dair de her zaman bahaneler üretir. Oysa  Allah herşeyi işitendir, bilendir. Bunun şuurunda olan Müslüman, Rabbimiz’in her an kendisiyle olduğunu bilir. Dünya hayatında yaptıklarından dolayı sorguya çekileceğini, ahiret gününde hesabını vereceğini unutmaz. İman eden bir insan, adaletle davrandığında Rabbimiz’in kendisinden hoşnut olacağını bilir ve şartlar ne olursa olsun Allah’ın beğendiği tavrı gösterir. Allah bir ayette şöyle buyurur;

Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. (Mâide Sûresi-8 )

Sibel Aydın

13 Şubat 2011 Pazar

Kadını Değerli Kılan Allah'a olan sevgisidir..

İslamiyet kadınlara en güzel, güçlü ve sağlam kişiliği kazandırır. Bir kadını üstün yapan, ahlakını güzelleştiren, tavırlarını, duruşunu etkin kılan Rabbimiz'e duyduğu korku ve takvasıdır. İnsanı insan yapan en önemli özelliği imanıdır ve vicdanına uyan, samimi bir kadın en güzel örnektir. Müslüman kadın Allah'ın beğendiği tavrı gösterir, tüm hayatını Kuran ahlakını ölçü alarak düzenler. Kimi zaman toplum içerisinde zorluklarla, imtihanlarla karşı karşıya kalsa da, Yüce Allah' ın hoşnut olacağı ahlakından hiçbir zaman ödün vermez. Kararlı, kadere teslimiyetli, dirayetli, güçlü ve tevekküllü olur. Karşılaştığı zorluklarda vakarını, onurunu koruyan bir kişiliği olur.

Müslüman bir kadın herşeyden önce Allah'a teslim olmuştur. O'na dayanır, O'na güvenir, Allah'ı dost edinir. Başına gelen her olayda O'ndan yardım ister, kendisini koruyacak, kollayacak tek gücün Yüce Rabbimiz olduğunun bilincindedir. Bu yüzden kimseden bir beklenti içerisinde değildir. Bir güçlükle karşılaştığında Allah'a olan güveni tamdır, her zorlukla beraber bir kolaylık olduğunu, Rabbimiz'in mutlaka yardım edeceğini bilir.

Müslüman bir kadının ölçüsü toplumun geneli değil sadece vicdanıdır, rehberi Kuran'dır. Tüm yaşamını, ideallerini, ahlakını, tavırlarını, yaşam ona göre yönlendirir. Kuran' ın tüm insanlar için bir yol gösterici olduğunun bilir. Allah'a gönülden bağlı, Rabbimiz'i aşkla seven bir kadının idealleri, istekleri büyüktür. Rabbimiz insanları boş bir amaçla yaratmamıştır ve onları sorumlu, yükümlü kıldığı konular vardır. Müslüman bir kadın, hayatımız boyunca nimetleriyle etrafımızı kuşatan, bizleri her an koruyup kollayan, nefes almamızdan, etrafımızda gördüğümüz herşeye kadar bize sayamayacağımız mucizeler sunan Rabbimiz'e karşı sorumlu olduğumuzun bilinciyle çaba gösterir, samimiyetle gayret eder. Müslüman bir kadın sadece kendini, çevresinde gördüğü insanları değil, dünyanın dört bir yanında açlıkla, hastalıklarla yaşayan kadınları, çocukları, yaşlıları, zayıf bırakılmış insanları düşünecek, onlar için mücadele verebilecek kadar geniş bir bakış açısına, inceliğe sahiptir. Çoğu insanın dert ettikleri, gün içerisinde konu edinip tasalandıkları, endişe duydukları basit ve sıradan konuların aslında ne derece yersiz ve önemsiz olduğunun farkındadır.

Çoğu insan dünya hayatında gösterdiği tavırlardan, yaptığı davranışlardan dolayı Ahirette sorumlu tutulacağının bilincinde ve şuurunda değildir. Bu yüzden de nefsiyle hareket eder, nefsinin doğrultusunda gider. Kimi zamanda onu ilah edinir. Tek düşündüğü nefsinin isteklerini yerine getirmek, onu mutlu etmektir. Müslüman bir kadın yanlızca Allah'ın isteklerinin peşinde koşar, O'nu hoşnut edebilmeyi umar. Bu yüzden de bazı insanlar arasında genelde yaygın olan, kıskançlık, dedikodu, alay etme, entrikalar, küçük hesaplar peşinde koşma gibi kötü ahlak özelliklerinden uzaktır, Rabbimiz'e hesap vereceğini bilir. Müslüman bir kadın küçük hesaplara, olgun olmayan tavırlara, basit davranışlara girmez, küçük çıkarlara asla tenezzül etmez. Bazen insanlar kimi olaylar karşında akılcı ve samimi çözümlere gitmek yerine, ikiyüzlü, aldatıcı, sinsi, entrikalarla dolu çözüm yöntemlerine başvurarak hareket etse de Müslüman kadın asildir, tüm bu kötü ahlak özelliklerinin hiçbirisini benimsemeyecek kadar güçlü bir karakterdedir.

İnsanlar kimi zaman düşündükleri şeyleri, sözde espri adı altında bir çeşit alaya alarak, laf dokundurarak, sözde şirin ve iyi niyetli bir tavırla yaparlar. Kimi zamanda yüz ifadeleri ve el hareketleriyle bunu destekler aslında yaptıklarında kötülük olmadığını iddia ederler. Oysa vicdanlı, Müslüman bir kadın tüm bunların insanı asaletten uzaklaştıran, küçük düşüren tavırlar olduğunun farkındadır ve bu gibi tavırlara asla tenezzül etmez. Müslüman kadın dürüsttür, merttir, söyleyeceği sözü net ifade eder. Elbette bunu yaparken, sözün en güzelini seçer.

Cesaret genellikle toplumumuzda erkeklere has bir özellik gibi düşünülür. Herhangi zor bir durum karşısında sabırlı, olgun bir tavrın onlar tarafından gösterilmesi gerektiğine inanılır. Oysa Allah'a güvenen, her olayı Allah'ın bizleri sınamak için yarattığını bilen, Allah 'a tam bir teslimiyet ile teslim olmuş bir kadın güçlü, cesur ve yiğittir. Onun bu tavrı dünyaya dair hiçkimseden bir çıkarı, beklentisi olmamasından, herhangi bir kaygı duymamasından ileri gelir. Herşeyin bir hayır ve hikmete binaen yaratıldığını bilir, Yüce Allah'tan başka hiçkimse ve hiçbirşeyden çekinmez. Her durumda Allah'ın razı olacağı tavrı sergiler, Kuran ahlakına uygun davranır.

Müslüman kadın onurludur ve bunun yolunun Allah korkusundan, Allah sevgisinden, ahirete iman etmekten, basit davranışlara girmemekten, asil bir tavır göstermekten geçtiğinin bilincindedir. Küçük ve basit menfaatler elde etmek için yalanlara, türlü sahtekarlıklara, iki yüzlülüğe girmez. Kendisine yapılan cahilce, güzel olmayan tavırlara, davranışlara ise güzel ahlakla karşılık vererek onurlu, vakarlı, asil bir kişilik sergiler. Her ne olursa olsun Allah'a boyun eğen, tevazulu, teslimiyetli tavrının onun üstün kılacağını, Allah'ın beğendiği tavrı göstermenin onu yücelteceğini bilir.

İnsanları onurlu kılan Kuran ahlakına uygun, Rabbimiz'in bizlerden hoşnut olacağı, razı olacağı tavırları gösterebilmektir. Yüce Allah erkek ve kadın olmadan, Allah'ın beğendiği bir kul olabilme fırsatını bizlere sunmuştur. Samimi olan her insan O'nun beğendiği, razı olduğu davranışları gösterdiğinde, katında en güzel karşılığı bulacaktır. Yüce Allah bir ayette şöyle buyurmuştur ;


Eğer hak, onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olsaydı hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve herşey) bozulmaya uğrardı. Hayır, Biz onlara kendi şan ve şeref (zikir)lerini getirmiş bulunuyoruz, fakat onlar kendi zikirlerinden yüz çeviriyorlar.(Mü’minûn Sûresi -71)

Sibel Aydın

10 Şubat 2011 Perşembe

Hayırları görebiliyor muyuz ?


Birçok insan gün içerisinde, ters gibi görünen bir durumla karşılaştığında ümitsiz, tedirgin hisseder, karamsarlığa kapılır. Çoğu zaman başına gelen olayı, kendini, yanlışın nerede ve neden böyle  olduğunu sorgular durur. Duygusal, sıkıntılı, mutsuz bir ruh hali içerisinde olur. ‘Keşke böyle davranmasaydım, bu şekilde olmasaydı farklı olurdu’ gibi söylemlerle de, etrafındaki insanlara bu ruh halini yansıtır. Kimi zaman kendisi, kimi zaman da etrafındaki insanlar  ‘vardır bir hayır’ gibi sözler söylese de, bu sözün aslında bir teselliden öte gerçeği yansıttığının şuurunda olmayabilir. Bu sözler birisinin başına kötü birşey geldiğinde, genelde klasik söylemlerden birisi gibi düşünülür. 

Oysa Yüce Allah, herşeyi bir kaderle yaratmıştır. Dünya üzerinde gördüğümüz en ufak canlıdan, en büyüğüne kadar herşeyin kaderi daha yaratılmadan belirlenmiştir. Olumsuz, aksilik gibi görünen her olay özel olarak Rabbimiz tarafından imtihanın bir gereği olarak yaratılmıştır. Bu gerçeğin farkında olarak yaşayan Müslüman, başına gelen her olayı, Allah’ın kendisini imtihan ettiğinin bilinciyle karşılar. Her an Allah’ın koruması altında olduğunu bilir ve hiçbir zaman umutsuzluğa kapılmaz. Allah’a güvenip dayanır. Kadere teslim olmanın konforunu yaşayan insan  hayatının her anında mutlu, huzurlu, neşeli olur. Başına zahiren olumsuz gibi görünen bir  durum gelse bile bunun mutlaka bir hayır ve hikmetle yaratıldığınının şuuru ile hareket eder. Kuran’da Rabbimiz şöyle bildirmiştir; 

Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.’( Bakara Suresi-216 )

Bazen insan karşısına çıkan olaylardaki hayır ve hikmetleri hemen farkedemeyebilir. İnsan yaradılışı gereği acelecidir. Bu yüzden de ısrarcı bir tutum sergileyebilir ve hırsa kapılabilir. Oysa hırsa kapılıp, ümitsizliğe düşmek yerine olaydaki hayır ve hikmetleri görebilmek için çalışması, bunun için Allah’a dua etmesi gerekir. Allah’ın bizim için yarattığı her olayda hayır görmek, herşeyi görmezden gelmek, umursamamak anlamında değildir.  Müslüman, aksine yaşadığı  olaylarda akılcı davranır, tüm tedbirleri alır, elinden geleni yapmanın fiili dua olduğunu bilincindedir, her işin sonucunun Allah’ın istediği şekilde gerçekleşeceğini bilir. Bu yüzden samimi bir şekilde Allah’a teslim olan her insan, başına gelen her olayda, geleceğe umutla, güvenle, huzurla bakar…

Sibel Aydın

9 Şubat 2011 Çarşamba

Samimiyet ancak özgürlükle olur...

İslam ahlakının savunduğu en önemli konulardan birisi ‘inanç özgürlüğü’ dür.  Dinimiz insanlara tam bir hürriyet tanır. İnsan istediği inancı ve düşünceyi seçmekte özgürdür ve bu Kuran ahlakının temelini oluşturan bir konudur.  Kuran’da insanlara güzel ahlaklı, merhametli, şefkatli , tevazulu, hoşgörülü olmaları öğütlenir. İslamiyet her türlü zorlama, baskının engelleyicisidir. Kuran’da bu konudaki ayetler çok nettir, bir ayette Yüce Rabbimiz şöyle buyurur; 


Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulba yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.( Bakara Suresi-256 )

Müslüman  etrafındaki insanlara sadece tebliğ yapmakla yükümlüdür, hiçkimse diğer bir kişiyi inancı konusunda zorlayamaz ve bundan dolayı baskı yapamaz. Nitekim İslam  kelimesi, Arapça’da ‘barış’ anlamına gelir. Yüce Allah dinimizi insanlara güven, huzur ve barış dolu bir ortam sunmak için indirmiştir. İnsanlar arasında huzur ve barışın sağlanması gerçek anlamda Kuran ahlakının yaşanması ile olur. Vicdan sahibi, iman eden bir insan, Müslüman olsun yada olmasın tüm insanlara karşı adaletle, güzellikle, hoşgörü ile davranmak durumunda, iyileri, zayıf insanları, masumları korumakla, dinimizi güzel sözle tebliğ etmekle yükümlüdür.

Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir.(Nahl Suresi -125 )

Yüce Rabbimiz insanlara akıl ve vicdan vermiştir. Kendisine İslam dini anlatıldığı zaman kişi hiçbir baskı ve zorlama altında kalmadan, kendi isteğiyle iman etmesi çok önemlidir. İnsanlar  kendi seçimlerinden sorumludur, ki peygamberlerimizin hayatına baktığımızda güzel öğütle, hikmetle, güzel ahlak göstererek insanları Allah yoluna davet etmiştir. 

Müslümanlar, samimiyetin korunması adına dinin sadece tebliğ ve teklif edilebileceğini  bilirler. Çünkü insanın samimi iman etmesi, kalben Allah’a teslim olması çok önemli bir konudur. Diğer şekilde olursa, insanlar baskıyla ve zorlamayla inanca, ibadete zorlanırsa, bu durumda samimi imana başka nedenler karışabileceğinin bilincinde olmalıyız. Özgürlük olmadan samimiyetin olmadığını bilen Müslüman buna göre davranmalıdır. Tebliğ yapılan kişi ancak Allah’ın dilemesiyle iman eder. Kalpler sadece Allah’ın elindedir  ve Yüce Rabbimiz dilediğini hidayete erdirir.

Sibel Aydın

8 Şubat 2011 Salı

Manevi bir zırh: Şükür


İmanın en büyük göstergelerinden birisi olan şükür, Yüce Rabbimiz’in bizlere sunduğu tüm nimetler için  kalbimizle, dilimizle teşekkürümüzü ifade etmektir.  Şükür, bizlere verilen her türlü nimetin tek sahibinin aslında Rabbimiz olduğunun ve ondan geldiğinin şuurunda olmaktır.

Allah dünya hayatında insana birçok nimet vermiştir. Etrafımızda, kendi bedenimizde gördüğümüz tüm mucizeler aslında bizlere sunulan hediyeler gibidir. Ancak samimi, vicdanlı  düşünen insan kendisine verilen tüm bu nimetlerin farkında olabilir. 

Gün içerisinde biz farkında olmasak ve herhangi bir müdahalemiz olmasa da , vücudumuzda kusursuz bir sistem vardır. Soluduğumuz havadan, yediğimiz yiyeceklere, bedenimizin en uygun şekilde yaratılmasına, mevsimlere, gece ile gündüzün ard arda gelmesine, dünya üzerindeki çeşitli canlılara, sahip olduğumuz ve etrafımızda gördüğümüz her detaya kadar Yüce Rabbimiz’in kusursuz yaratma sanatına şahit oluruz aslında. İnsan bir an bile durup düşünse, gerçekten ne kadar çok nimetle yaratılıdığının, Yüce Rabbimiz’in nimetleriyle kuşatıldığının ve en önemlisi tüm bunların hiçbirisine kendisinin güç yetiremeyeceğinin farkına varır.

Şükür çok önemli bir ibadettir çünkü insanın aklını sürekli açık tutar. İnsan nefsi güzelliklere alışmaya, yaratılan tüm mucizeleri bir sure sonra sanki olması gerekiyormuşcasına  görmeye başlar. Kendisine nefsinin hoşnut olacağı bazı imkanlar verildiğinde, zalimleşmeye, vicdanını arkasına atıp öyle bakmaya , acizliğini, yaratılmışlığını, tüm nimetlerin gerçek sahibinin Allah olduğunu unutmaya başlar. Şükretmek kibirden, tüm azgınlıklardan insanı koruyan bir siper gibidir. İnsan acizliğinin, yaratılmışlığının farkında ve şuurunda, yanlız Allah’ın dilemesi ile tüm nimetlere kavuşabileceğinin bilincinde olur. Rabbimiz’in bizler için verdiklerine karşı şükretmemek ise nankörlüktür .Kuran’da ayetlerde bize gösterilen, şeytanın  yapmak istediği  yani amacı,insanları şükürden alıkoymak isteği açıkça belirtilmiştir; 

'Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın." (A'raf Suresi-16/17 )


İnsan dünya hayatında denenmektedir , ya Allah’ın yarattığı tüm güzelliklere karşı ya şükredici olur yada nankör olur. Rabbimiz’in şükrün karşılığını verendir. Kuran’da şükredenlere arttıracağını bildirmiştir.

Şükür yanlızca belli vakitlerde, kişinin herhangi bir fayda sağladığında veya büyük bir refah ve zenginliğe kavuştuğunda dil ucuyla teşekkür etmesinin dışında tüm hayatının her anında yapılması gereken bir ibadettir.  Müslüman yanlızca sözle değil, Rabbimiz’in kendisine verdiği tüm nimetleri O’nun rızasını gözeterek kullanması da teşekkürdür.  

Rabbimiz etrafımızı nimetlerle donatmıştır, vicdanlı bakan, düşünen her insan bu gerçeğin farkına varır. Nimetin verilmesindeki amaç, nimete sahip olan kişiyi Allah’a yöneltmektir,  insanın bu dünyadaki imtihanlarından birisidir. Kuran'da bir ayette Rabbimiz şöyle buyurur;

'Şüphesiz biz insanı, karışım halindeki az bir sudan (meniden) yarattık ve onu imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işitir ve görür kıldık.Şüphesiz biz onu (ömür boyu yürüyeceği) yola koyduk. O bu yolu ya şükrederek ya da nankörlük ederek kateder.'(İnsan Suresi-2/3)

Etrafımızdaki insanlardan herhangi bir hediye aldığımızda bazen defalarca teşekkür etme isteği duyuyorsak, aslında tüm gördüğümüz, yaşadığımız güzellikleri bize sunan, asıl sahibi olan Rabbimiz’e ne kadar ve nasıl teşekkür ettiğimizi düşünmeliyiz.Bizlere verilen tüm nimetler için teşekkürümüzü en güzel biçimde sunmalıyız…

Sibel Aydın

6 Şubat 2011 Pazar

Müslüman'da sorumluluk hissi nasıl olmalıdır...

Hergün televizyonlarda, gazetelerde veya etrafımızda yardıma muhtaç, çaresiz, kimsesiz veya zulüm gören insanları görür, varlığından haberdar oluruz. Kimi zaman hastaneye gidecek parası dahi olmayan veya evi olmadığı için sokakta yatmak durumda kalanlar, yaşıtları okula giderken, çalışmak zorunda olan çocuklar, hiçbir şeyden haberi olmayan dışarıya atılan bebekler, bir tarafta karınlarını doyuracak parayı bile bulamayanlar, diğer tarafta bitip tükenmeyen bir şekilde yapılan israflar, sadece inançları uğruna zulüm görenler, işkenceye uğrayan insanlar, kadınlar, çocuklar...

Hepimiz bu ve benzeri görüntülere belki hergün defalarca şahit oluruz. Kimi zaman üzülür kimi zaman acıyarak izleriz. Buna karşın kafamızı başka yöne çevirdiğimizde, televizyonda izlediğimiz kanalı değiştirdiğimizde, okuduğumuz gazetede başka bir habere geçtiğimizde, bu insanları unuturuz. Birçoğumuz bu insanlara gerçekten yardım etmemiz gerektiğini yada yapacağımız en ufak bir yardımın belki çok şeye vesile olabileceğini düşünmez. Düşünenler ise nefsinin ortaya attığı bahanelerle sorumluluğu başkasının üzerine atar. Nefsimiz böyle durumlarda sorumluluktan kaçmak adına birşeyleri zor gösterir, çeşitli bahaneler üretir.

'Sadece benim yardımımla ne olabilir, kendi dertlerim sıkıntılarım varken başkalarının sorunlarıyla uğraşmam doğru değil, hem dünyada onca güçlü ve zengin insan varken ben ne yapabilirim ' gibi sorularla aslında kendimizi kandırır, nefsimizin isteğine çıkış yolu ararız.

Oysa vicdanını dinleyen her insan, etrafında yaşanan zulüm ve muhtaçlığa gözlerini kapatıp, kulaklarını tıkamaz ise, yokmuş gibi farzetmezse mutlaka birşeyler yapabilir. Dünyada var olan tüm sorunlara bakıldığında aslında temelinde sevgisizlik, nefret, kin, düşmanlık, çıkarcılık, bencillik, umursamazlık, acımasızlık vardır. Tüm bu sorunlar için de her zaman çok büyük maddi imkanlara, kimsede olmayan bir güce, şöhrete sahip olmak gerekmez. Kaldı ki tüm bunlara sahip olunsa bile, Allah'ın verdiği bu nimetlerin kullanılması için vicdan sahibi olunması gereklidir. Vicdan sahibi olmanın tek yolu ise imandır çünkü ancak iman eden, inançlı, Allah'tan korkan insanlar vicdanı ile hareket ederler.

Yüce Rabbimiz Kuran'da insanlara sevgi duymayı, merhamet sahibi olmayı, fedakarlığı, hoşgörüyü, sabrı, insanlardan karşılık beklemeden yardım etmeyi, sağduyulu olmayı emreder. Bu yüzden vicdan sahibi, Allah'tan korkan insanlar düşünmeli, tüm bu yaşanan felaketler, sıkıntılar, zorluklar kendilerine, sevdikleri insanlara olmuş gibi duyarlı davranmalıdır. Gerçekten samimi olarak yardım etmek isteyen insanlar, tüm bu yaşananları görmezden gelerek, ben ne yapabilirim diye düşünerek hareket etmemeli, maddi, maddi olamıyorsa bile manevi yardımcı olabilmenin yollarını aramalıdırlar, aslında Allah'ın emri olduğunu unutmamalıdır. Rabbimiz bazı ayetlerde şöyle buyurur;


Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahip) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?
(Nisa Suresi, 75)

Onlara, “Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden Allah yolunda harcayın” denildiği zaman, inkar edenler iman edenlere, “Allah’ın, dilemiş olsa kendilerini doyurabileceği kimselere mi yedireceğiz? Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz” derler. ( Yasin Suresi-47 )

Yetimlere, yoksullara, yardıma muhtaç insanlara karşı umursamazca tavır sergileyenler, ben ne yapabilirim veya sadece benim yardımımla ne olur gibi bahanelerle sorumluluğu başkasının üzerine atmaya çalışanlar, dünya hayatında Allah'ın kendisine verdiği nimetleri sadece kendi çıkarları doğrultusunda harcayanlar, zulüme uğrayan çocukları, kadınları görmezden gelenler, her türlü çirkinliğe ve ahlaksızca davranışın yayılmasında kendisine bir zarar gelmediği sürece ses çıkartmayanlar, ahirette bunun hesabını mutlaka Rabbimiz'e vereceğini akıllarından çıkartmamalıdırlar.

Dünyada, etrafımızda yaşanan adaletsizliğe razı değilsek, yapmamız gereken en önemli şey, insanlara Allah'ın varlığını, yaptıklarımızdan dolayı hesaba çelileceğimizi, Kuran ahlakı hakim olduğunda tüm bu yaşanan karmaşanın, eziyetin, zulmün biteceğini hatırlatmalıyız. Dünyayı çözülmemiş ve çözülemeyecek sorunları ile samimiyetsizce kabullenip, yaşananlara seyirci kalmamamız, barış dolu, güvenliğin sağlandığı, huzur ve refah içinde, tüm insanların rahat edeceği ortamların olduğu, mutlu ortamları erişilmez olarak düşünmemeli, bunun tek yolunun Kuran ahlakını yaşamak olduğunu unutmamalıyız...

Sibel Aydın


3 Şubat 2011 Perşembe

Umutsuzluğa kapılmamak…


Müslümanların en önemli özelliklerinden birisi ümitvar olmalarıdır. Samimi olarak inanan bir insan Allah’ın yarattığı güzelliklerin farkında olur, O’ nun rahmetinden hiçbir zaman umudunu kesmez. Çünkü Allah herşeyi bir kaderle yaratmıştır. Etrafımızda gördüğümüz herşey, her an  O’ nun ‘Ol’ demesiyle olur. Hiçbirşey başıboş bırakılmış değildir. Başımıza gelen herşeyde Allah’ın dilemesile olduğundan, Müslüman bunun şuuru ile hareket etmelidir. 

Şeytan  insanlara, olaylara karamsar bakmayı, gelecekten yana ümitsiz, şüphe içerisinde, endişeli olmayı telkin eder. İnsanların Rabbimiz’e yaklaşmalarına engel olabilmek için onlara, Kuran’da da belirtildiği gibi önlerinden ve arkalarından yaklaşarak veseveseler verir.  Ümitsiz insan sağlıklı karar veremez, aklı ve mantığı ile hareket edemez. 

Öyle ki, ümitsizlik insanı şiddetine gore fiziksel anlamda kendisine zarar vermeye kadar götürebilen bir durumdur.  Böyle bir ruh hakli içerisinde olan insan Kuran ahlakı ile hareket edemez, akıllı bir biçimde davranamaz dolayısıyla Müslüman şeytanın bu oyunlarına karşı dikkatli olmalıdır. Ümitsiz insan sadece kendisine zarar vermekle kalmaz, etrafında kim varsa onlara da bu ruh halini aşılar. Böyle insanlar kendisi ile birlikte çevresindeki herkesi içinden çıkılamayan bir karamsarlığa sürükler. Oysa hayatımızın her anının kaderimiz üzerinde ilerlediğinin şuurunda olan insan, Rabbimiz’den gelen her türlü olaya razı olur. Herşeyin bir hayır ve hikmetle yaratıldığını bilir. O an hayır ve hikmetlerini göremese bile, teslimiyetinin verdiği güvenle huzurlu olur, kadere iman eder, tevekküllü davranır.  Karamsarlık, şevksizlik, çaresizlik, yılgınlık, bıkkınlık gibi duygulara sürüklenmez. 

Kuran’da Müslümanların her zaman ümitvar bir tutum içerisinde olmaları gerektiğinden bahseder;

Oğullarım, gidin de Yusuf ile kardeşinden (duyarlı bir araştırmayla) bir haber getirin ve Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez.” (Yusuf Suresi -87 )

Rabbimize karşı sürekli ümitvar bir tutum içinde olmalı, şeytanın vesveselerine aldırmadan, kadere tam bir teslimiyetle iman ederek, başımıza gelen her olayın bir hayır ve hikmetle bize gösterildiğinin bilinciyle hareket edersek, Yüce Rabbimiz bizlere sonsuz merhametini vaad etmiştir. Allah, müminlere en güzel şekilde karşılık verendir...

Sibel Aydın

1 Şubat 2011 Salı

Ölüm bir son mu, yoksa başlangıç mı ?


Her insan  bu dünyada belli bir sure yaşadıktan sonra kaçınılmaz olan gerçekle yani ölümle karşılaşacaktır. Çoğu kimse genellikle hiç beklemedikleri bir anda bu gerçekle yüzleşirler. Bazı insanlar ölümü, bu dünyadaki sevdiklerinden ve sevdiği herşeyden ayrılmak gibi algılarlar. Bu nedenle de ölüm konusu geçtiği anlarda bundan rahatsızlık duyup bu düşüncelerden uzaklaşmaya çalışırlar. Herhangi bir ortamda ölüm konusu açıldığında, değişik ifadelerle konuyu kapatmaya, herhangi bir zamanda ölümü hatırlatan birşeyle karşılaştıklarında bulundukları yerden uzaklaşmaya çalışırlar. Bu insanlar ölüm üzerine hiç düşünmediklerinden hatta konusu geçtiğinde dahi rahatsız olup,  sanki engel olabilecekmiş gibi konuyu kapatmaya çalıştıklarından, Rabbimiz’in emir ve yasaklarını sürekli erteler veya göz ardı eder. İnsan ölümü uzak görür, düşünmez, hatırlar veya hatırlatılırsa da konunun üstünü kapamaya çalışır. Ancak örneğin toplumun yakından tanıdığı genç birinin ani ölümü şok etkisi yapar. O an gözündeki perde adeta kalkar ve ölümle yüzyüze gelir. Oysa ölüm, insanın ne kadar zaman yaşayacağını bilmezken sürdürdüğü bu gaflet hali, Allah’ın emirlerini yerine getirmeye zaman bulamadan ansızın gelebilir. 

 Yüce Allah insanları bir kader üzerine yaratmıştır. İnsanlar daha doğmadan, ne kadar sure yaşayacakları belirlenmiştir. Ölüm vaktinin bilinmemesi ise dünyadaki imtihanımızın sırrıdır.  Bu gerçeğin şuurunda olan insan her an ölecekmiş gibi ahiret yurdu için hazırlık yapmalıdır. Rabbimiz, dünya hayatında bedenen bir son olsa da, ölümden sonra ahirette sonsuz bir hayatla bizleri müjdelemiştir. Allah insanları bir amaçla yarattığını bizlere bildirmiştir;

"Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?" (Mü’minûn Sûresi Suresi 115)

 Dünya hayatımızdaki ortalama 70-80 yıllık ömrümüzdeki salih amellere karşılık Yüce Rabbimiz’in kullarına Cennet’i vaad etmesi büyük bir lütuftur. İnsanın ahiretteki hayatının azap içerisinde mi yoksa, Rabbimiz’in bize müjdelediği Cennet de mi geçireceği bu dünyada yapılan salih amellere bağlıdır. Bunun bilincinde olan Müslüman, Rabbimizin tüm emir ve yasaklarına samimi bir şekilde hayatının her anında titizlik gösterir. Bu dünyadaki hayatımız her an bitebilir. Bu gerçeği unutmaya ve bundan kaçmaya çalışmak, insanı daha büyük bir gaflete itebilir. Bu nedenle sık sık ölümü tefekkür ederek, bu dünyadaki hayatımızın birgün sona ereceğinin bilinciyle hareket etmeli, Rabbimiz’in Cennet’ine layık olmaya çalışmalı, emir ve yasaklarına titizlik göstermeli, ahlakımızı güzelleştirmeliyiz. Ölümün bir son değil aslında bir başlangıç olduğunu hiç unutmamalıyız.  

Sibel Aydın

26 Ocak 2011 Çarşamba

Asıl temizlik nefsi arındırmaktır...


İman eden insanları, diğer insanlardan ayıran en önemli özelliklerden birisi, Müslüman’ların tertemiz olmalarıdır. İman ile temizlik iç içe olan, Yüce Rabbimiz’in kullarına emrettiği önemli bir konudur. Kuran’da inanan kullar ‘temiz akıl sahibi’ olarak nitelendirilmektedir. Her türlü pislikten arınmak, güzel niyet ve düşünceye sahip olmak, samimi imanın bir göstergesidir.

Yüce Allah, Kuran’da belirttiği gibi, bedenlerimizin, yediklerimizin, giydiklerimizin, yaşadığımız yerlerin temiz olması gibi, nefsimizi de her türlü pisliktan arındırmamızı ermetmiştir ; 

Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene', sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.(Şems Suresi-7/8/9) 

İnsanın nefsi sürekli kötülüğü emreder.  Örneğin, kıskançlık, haset etmek Kuran ahlakında yeri olmayan tavırlardır. Nefislerimiz kıskançlığa eğilimli olarak yaratılmıştır. Eğer bu doğrultu da hareket edersek, nefsimizin esiri oluruz. Bunun Rabbimiz’den gelen bir imtihan olduğunun farkına varmazsak, yaşadığımız her an azap içerisinde geçer. Sürekli sıkıntılı, huzursuz ve mutsuz bir ruh hali içerisinde oluruz.  

Nefsini kötülüklerden koruyup arındıran insan ise huzurlu, mutlu, güven dolu bir ruh haline sahip olur. Allah’ tan gelen herşeyin hayırlı olduğunu bilir ve ona gore davranır. Kuran’da güzel ahlakın ne olduğu bize anlatılmıştır. Öfkeden kaçınmak, doğru, dürüst, adaletli olmak, sadakatli davranmak, fedakarlık, sözün en güzelini söylemek, sabır, merhamet, şevkat, tevazu  tüm bunlar Rabbimiz’ in beğendiği ve bize emrettiği davranışlardır. İnsan vicdan vasıtası ile yaptığı her davranışın hangisinin güzel ve doğru olduğunu bilir. 

Nefsimiz bize hangi tavra yöneltirse yöneltsin, Allah’ın Kuran’da buyurduğu üzere, nefsini arındıran kurtuluşa erecektir.Müslüman kendisini manevi olarak pisletecek oyunlardan sakınmak için, nefsine karşı uyanık durmalıdır. Aklı ve Allah korkusu ile hareket eden Müslüman, manevi olarak yükselir , huzurlu, mutlu bir hayat yaşar ve tertemiz, Rabbimiz’in hoşnut olacağı bir kul olur.  

Sibel Aydın

19 Ocak 2011 Çarşamba

Kıskançlık Kuran Ahlakına Uygun Bir Tavır Değildir...

Kıskançlık,  başkasında varolan herhangi birşeyin kendisinde olmamasından kaynaklanan, insanı çoğu zaman farkında olmadığı bir tahribata sürükleyen bir durumdur. Kıskançlık duyan insan, bir başka insanda gördüğü güzellikten, başarıdan, nimetten ötürü mutlu olmak yerine, bundan mutsuzluk ve sıkıntı duyar.  Bu  durum kendisini hırslandırır, öyle ki içinde yaşadığı bu hoşnutsuzluk onu karşısındaki kişiye zarar verme istediğine kadar  götürür. Kıskançlığı makul kabul etmeyen ama içten içe bu duyguyu taşıyan insanlar da vardır ki, bunlar bu ahlakı savunmasalar da, nefislerine uyarlar. Bunlar nefislerinin bu yöndeki telkinlerine kapılıp, kendilerince bu durumlarına haklı gerekçeler göstererek aslında kendilerini kandırırlar.

Oysa, kıskançlık Kuran ahlakına uygun bir tavır değildir, gıpta etmek ayrı, kıskançlık ayrı şeylerdir. Allah din ahlakını yakından tanıyan insana, doğruyu ve yanlışı ayırt edebilecek  bir  furkan, anlayış verir. Yüce Rabbimiz’in bizlere indirdiği Kuran’da , hangi tavrımızın kıskançlıktan, hangisinin meşru isteklerimizden kaynaklandığı dahi bize bildirilmiştir.

İnsan, her türlü nimetin Rabbimiz’in dünya hayatındaki imtihanımızın bir gereği olarak bize verildiğini kavradığında, sahip olduğu nimetler için şükreder. Samimi insan, huzurla hayatına devam ederken, bu ahlaka sahip insanlar kendilerine verilen nimetlerle  yetinmeyip, mutlu olmayıp sürekli bir sıkıntı ve mutsuzluk yaşarlar. Böyle bir ahlaka sahip olan kişi, kendisine mal, mülk, başarı hangi güzellikler verilirse verilsin, daima kendisinde olmayanı düşünerek azap içerisinde olur. Bu ruh hali huzursuzluk, saldırganlık, alay etme, kınama,zarar verme gibi kötü ve olumsuz duygularla bütünleşerek dışarıya yansır. Oysa Kuran’da Yüce Rabbimizin de buyurduğu gibi ‘Nefisler ise 'kıskançlığa ve bencil tutkulara' hazır (elverişli) kılınmıştır.' (Nisa Suresi-128 )’ Güzel ahlak sahibi insan, kendisine verilen veya azaltılan nimetlerin imtihan gereği olduğunu düşünüp, bu olumuz telkinden kurtularak, denendiğinin farkına varmalı ve buna göre hareket etmelidir. Rabbimiz hangi kulunun sabredeceğini, şükredici olacağını, güzel ahlak göstereceğini hangi kulunun ise hırsına, bencil tutkularına yenik düşeceğini böylelikle ortaya çıkartmaktadır.

Güzel ahlaka sahip insan, Müslüman kardeşinde bir hata gördüğünde, ondaki eksiklikleri tamamlamaya çalışır. Bunu yaparken, hiçbir zaman rekabet, kıskançlık hissine kapılmamalıdır, kötü ahlak özellikleri göstererek imalı sözler söylemekten, nezaketten, öfkeden, karşı tarafta burukluk meydana getirecek davranışlardan, yapmacık hallerden, sinsilikten kaçınmalıdır. Karşısındaki Müslüman kardeşi için dua etmeli, şevkatle , sevgiyle yaklaşmalıdır. Bu durumu kendisinde hissettiği kıskançlıkla, aleyhte kullanıp acze düşmemelidir. Aynı şekilde Müslüman kardeşinde güzel bir ahlak gördüğünde, Rabbimiz’in nimetlerinin onda tecellisini farkettiğinde, kıskançlık hissetmek yerine, ancak gıpta etmeli, kendisinde de bulunması için Allah’a dua etmelidir.

Değerli İslam Alemi Bediüzzaman Said Nursi, Müslümanların birbirlerine karşısındaki kardeşlerinde bulunan üstün yönlerini  iftihar etmek gerektiğini , asıl önemli olanın kardeşlik olduğunu bizlere hatırlatmıştır. “Kardeşlerinizin yeteneklerini şahıslarınızda ve üstünlüklerini kendinizde düşünüp, onların şerefleriyle şükrederek iftihar etmektir. Kendi nefsi hislerini unutup, kardeşlerinin yetenek ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır. Zâten mesleğimizin esası kardeşliktir. Peder ile evlâd, şeyh ile mürid arasındaki vasıta değildir. Belki hakiki kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa bir üstadlık ortaya girer. Mesleğimiz "Samimi dostluk ve kardeşlik" olduğu için, meşrebimiz (ahlakımız) "samimi dostluk ve kardeşlik"tir. Samimi dostluk ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en iyiliksever kardeş olmayı gerektirir.” (Ramuz El-Ehadis, (Hadisler Deryasi), Musannif: Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi (k.s), Mütercim: Abdülaziz Bekkine (k.s), Gonca Yayınevi, 263-325. Risale-i Nur Külliyatı, Lemalar, s.162)

Sibel Aydın

16 Ocak 2011 Pazar

Asıl Teşekkür Allah'a Karşı Olmalıdır..





Kuran'da bizlere verilen nimetlere, sahip olduklarımıza bakıp bundan dolayı kibirlenip, şımarmayacağımızı ve teşekkürümüzü şükrederek gösterdiğimizde, Rabbimiz verdiği nimetleri daha çok arttıracağını buyurmuştur;


"Rabbiniz şöyle buyurmuştu: Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size artırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir." (İbrahim Suresi-7 )

Bizlere verilen her nimetin, aslında Allah'a yakınlığa birer vesile olarak yaratıldığını, bunun için asıl yapmamız gerekenin şükretmek olduğunu asla unutmamalıyız. Allah'ın bu çok sevdiği ibadeti yoğun olarak yerine getirenler Allah'ın gerçek dostları, halis müminlerdir...

İnsan nefsi acz içindedir. Günlük hayatımızda yaptığımız işlere dalarak, Allah'tan uzaklaşmak insanı kötü bir duruma sokar. Nefisin kötülüklere karşı eğilimi vardır. İşte bu noktada şükür insanın kendisine gelmesi, sahip olduğu maddi manevi herşeyin tek sahibinin Rabbimiz ve O'nun bize verdiği bir nimet olduğunu anlamamız açısından önemli bir ibadettir. İnsan açık bir şuurla düşündüğünde, Allah'a şükretmemiz için birçok sebep olduğunun farkına varabilir. Rabbimiz her sabah bizi uykumuzdan uyandırıp can verir. Görebilmemizi, işitmemizi, temizlenmemizi, yediklerimizi, soluduğumuz havayı, hergün gelen rızkımızı bize yaratan Yüce Allah' tır. Gün içerisinde etrafımızda gördüğümüz herşeye dikkatli bir şekilde baktığımızda, gerçekten sahip olduğumuz nimetleri düşündüğümüzde, Allah'a bize verdikleri için şükretmemizi gerektiren birçok neden vardır.

İnsan Allah'a olan sevgisini, kendisine verdiği tüm nimetlerin teşekkürünü kalben ve dille, şükrederek yapar. Şükür Kuran'da belirtilen çok önemli bir ibadettir. Kişiyi 'azgınlık'lardan koruyan, her türlü nimetin sahibinin Allah olduğunun şuuru ile hareket etmesine vesile olan bir kalkandır.

Sibel Aydın